damat halayı vs gangnam style


yeni yıla en yakın arkadaşlarım +1 olarak girdik. ama o "+1"i de sevdik tabii, hemen bağrımıza bastık. arkadaşımın aşkı benim de arkadaşım olabilmeli, diye düşünerek. zaten o da samimi ve "aynı kafadan" biri olduğu için zor olmadı bu.

güzel, mütevazı, kendi halimizde eğlenerek hep birlikte yemek yapıp yine hep birlikte yemek yediğimiz bir gecede yalan dünya izleyip kara lahna şarabı içerek girdik yeni yıla. hatta gecenin ilerleyen saatlerinde gangnam style öğrenmeye çalıştım, bestfriend g çok başarılı bu konuda.

adımların matematiğini çözdüm (adım sırası şudur: sağ 1-sol 1-sağ 2-sol 1-sağ 1-sol 2) lakin kesinlikle ritm duygusu yok. ritm duygumun yokluğunu yeni fark etmedim şüphesiz ama eksikliğini çok hissettiğimi de söyleyemem, düğünler haricinde.

bir trakya düğününde, babaeski taraflarında bir köy düğünüydü, damat halayıymış efen'im, muntazam akan bir halay benden sonra bayrak gibi dalga dalga oluyor, insanlar birbirlerinin omuzlarına çarpmamak için gösterdikleri onca çabaya rağmen muvaffak olamıyorlardı. zaten bir süre sonra düğün 2'ye bölündü: eğlenenler ve josephine'e adım öğretenler olarak. bi' bölüm vardiyalı olarak bana doğru adım, ritm filan gösteriyordu.

ha bir de ritm fakirliğimin ortaokulda çok canımı sıktığı zamanlar olmuştur tabii. herhangi bir enstrümana karşı bir ilgim yeteneğim filan da olmadı zaten hiçbir zaman. ama tabii ki benim de (çokça) blokflütüm ve bir gitarım oldu. tüm derslerden 100 almak zorunda hisseden bir ortaokul öğrencisi olarak sınav haftasında matematik olur, fen olur bütün sınavlarımı bırakıp  gece saat 3'lere kadar yaşlı gözlerle flüt çalmaya uğraştığımı -komşulara çok üzüldüm şimdi- bilirim. sonra o sözlüde bayılmıştım zaten heyecandan! gerçekten korkunç bir insanım... haftanın bitiminde 5 üzerinden 4 almanın haklı gururu, o 4'ü nasıl 5 yaparım'ın kaygısı ve doğru sesi çıkaramadığım için ali ağaoğlu tadında "bu değil, bu da değil, bu hiç değil, beni anlamıyorsunuz bu flütler çatlak" diyerek gidip her markadan aldığım bir sürü flütle başbaşa kalmıştım. benzer bir korkuyu lisede beden dersinde de yaşadığımı anımsıyorum. ters takla atmayı beceremediğim için bütün bir hafta her gün okuldan gelip yatağımı yere indirip gece gündüz takla çalışmıştım. düşününce beni tanımlamak için korkunç sözü de kifayetsiz aslında...

artık her şeyi en süper ben yapmalıyım, hırsım yok tabii ki. iyi ki de yok ama artık sanki hiçbir konuda hiçbir hırsım yokmuş gibi. hatta artık baya baya tembel olduğumu düşünmeye başladım, her ne kadar tembellik ve hırs birbirinin karşıtı ifadeler değilse de. insan kendiyle ilgili bir yargıya varmadan evvel düşünmeye başlıyor, sonra mevcut durumu değiştirebilecek güce haiz değilse usul usul, kendine bile hissettirmeden o durumu kabullenip bir süre sonra "nispet edercesine" kendini o şekilde tanımlamaya başlıyor.

işte benim öğrencilik serüvenim de böyle... adeta kayan bir yıldız gibi...

8. senesinde bitmek tükenmek bilmeyen bir lisans eğitiminin final sınavları ile başbaşayım yine, yeniden.

sevgiler
jk


ps: foto müşerref sündüs imzalı psikeart'ta yayımlanmış bir çalışma... ben de web'de buldum, çok sevdim, yürekten katıldım ama yine de buna bir son vermeliyim.

ps II: biliyorum müzik çok ilgisiz ama şu anda modum bu... hatta "someone like you"... öyle yani...



Comments

Popular Posts