Konuşmaktan sevişemeyenler

Geçen haftayı yeni sevgilimin evinde geçirdim, yani iş saatleri dışında beraberdik. Cumartesi sabahı da kargalar bokunu yemeden kalktık. Onun çok entel işlerine yardım etmek maksadıyla kısa bir süre ben de Little Cat B’yi arabada bıraktım ve arabadan indim. (Nedense kedimi yanımda taşıdığımı vurgulama ihtiyacı hissettim.) 


Kalabalık bir ortam… Tanıdığım, daha önce karşılaştığım insanlar ve henüz tanışmadıklarım bir arada… Bir yandan yardımcı olmaya çalışırken diğer yandan da yeni tanıştıklarımdan biriyle çene çalıyorum. Ve fakat inceden bana yazdığının da farkındayım. Zararsız bir seviyede olduğunu düşündüğümden üstünde durmuyorum. Arada göz ucuyla sevgilime bakıyorum, birlikte olduğumuzu ima edebilme fırsatı yaratabilmek ve “yazıcı” arkadaşın ilerleyen aşamada mahcup olmasını engellemek için. Amma ve lâkin yaptığım iş de dikkat gerektirdiğinden yeni sevgilim de sürekli ve süratli hareket halinde olduğundan duruma çok vakıf olduğumu iddia etmem gerçekten yersiz olur. Yani en azından hareket halinde olduğunu sandığımdan… Oysa tepemizde bizatihi beklediğinin ve şerh koymak için fırsat kolladığının ve hatta herkesin “Alfonso Abi yengemiz,” falan diye çılgın atıp tez elden haber saldığının farkında olmadığımdan… (Evet, zaman zaman ayakta uyuyorum! Bu da kendini “çok akıllı” zanneden dangalakların sık yaşadığı durumlardan biridir, bittecrübe!)

Üstünde durmuyoruz. Hatta hiçbir şey dile getirmiyoruz.

Akşamüstü ben onu başka bir yerde tekrar ziyaret ediyorum. Buradaki kimseyi tanımıyorum. Yine kalabalık bir ortam… Ancak laçka bir arkadaşı bir görünüyor bir kayboluyor, derken bir laf atıp yine gidiyor. Bir takım sululuklar ve şakalar filan… Mizacı gereği “seviyesiz” biri olduğunu düşünüyor ve üstünde durmuyorum. Attığı hiçbir topu da karşılamıyorum. Sadece “Alfonso Hocam misafirin kim, kardeşin mi,” diye sorana dek. Tabii ki bu soruya ben de herkes kadar gülüyorum. Sevgilim de sakin bir tonda sevgilisi olduğumu ifade ediyor. Ancak dedim ya arkadaşı biraz laçka ve bir o kadar da ısrarcı –o özelliğini de o anda fark ediyorum. Biraz daha üsteliyor ve dikkat de etmiyorum ancak sevgilim onu bir şekilde savsaklamayı beceriyor. Birkaç saat sonra ikisini yine el şakası halinde ve çok gülerken görüyorum sadece.

Üstünde durmuyorum. Bence dile getirilecek hiçbir şey yok zaten. Zira –harbiden mallığım üstümde- o arkadaşının da inceden bana yazdığını bu defa kati suretle fark etmiyorum. (“Lanet olası” bir cazibeye sahip olduğumu da cumartesi günü böylelikle bir kez daha anlıyorum.)

Cumartesi gecesi onun evindeyiz yine. Atıştırıyor ve içiyoruz. Laf lafı açıyor ve iş ya da insan ilişkilerindeki zararsız flörtöz durumlar gündeme geliyor. Akabinde esas temamız “kıskançlık ve dozajları” isimli yan tema ile harmanlanıyor ve gün içinde olan bu iki hadise gündemimize oturuyor. (İkinciden bu vasıtayla haberdar oluyorum. Hatta o el şakalaşmasına eşlik eden pür neşe halinin de laçka arkadaşının bir tür günah çıkarma ayini olduğunu öğreniyorum.) Velhasıl “bu durum benim flörtöz kişiliğimin doğal bir yansıması olsa da benzer durumlarda karşımdaki adamları savsaklamamam halinde bunun onu yıpratacağı” uyarısını da alıyorum. “Tekrarlama, adamları durdur,” diyor esasen. Eklemeyi de unutmuyor: “Sen böyle bir durumda beni paralarsın be!”

Mutfaktan salona geçiyoruz ve hâlâ içiyoruz. Ama salon sevişmeye daha yatkın olduğundan ufaktan da yiyişiyoruz. Konuşmalar bölük pörçük de olsa yine “ilişkiler” eksenli devam ediyor. Bu yiyişmeler bir süre sonra daha kesin sonuçlara varacak olan nihai bir eyleme dönüşüyor. Bla bla bla! Ve geçen haftaki mevzu yine sevişmenin ortasında tartışma konumuz haline geliyor: Korunmasız Seks…

Haydiii! 

“Here we go,” diye araya İngilizce bir şeyler sıkıştırıp kıllık yaparak konuyu dağıtma hamlem hızla bana geri dönüyor. Sonra da aramızdaki anlamsız hâl bir tenis maçına dönüyor. İlkin iyi karşılıyor olsam da onu, sonraları setleri bir bir vermeye başlıyorum.

-İçine boşalayım mı?
-Hıhı, evet!
-Emin misin?
-...
-Emin misin?
-Evet, eminim.
-Ertesi gün hapı yok!
-…
-Ertesi gün hapı kullanırsan her şey biter.
-…
-Ertesi gün hapı kullanmayacaksın benden gizli.
-Tamam tatlım.
-Kullanırsan beni bir daha göremezsin.
-…
-Anlaştık mı?
-…
-Anlaştık mı, diyorum sana.
-Anlaştık tatlım.
-Seni seviyorum Josephine.
-Ben de seni seviyorum Alfonso.
- Bugünü hiç unutma olur mu bi’tanem?
-Tamam tatlım. 3 etti. (Çeşitli tarihlerde sevişirken unutulmaması gereken günler!)
-Geliyorum aşkım.
-Gel sevgilim.
-…
-…

Bla Bla Bla… Aramızda benzer birkaç diyalog daha yaşandıktan sonra, biraz “dirty talk” da sayılabilecek, sevgilim aniden duruyor. Sonra da biraz kırgın biraz kızgın söylenmeye başlıyor. Bu konunun benim zihnimde neden bir tabu olduğunu tartışıyor. 

Ben yaptığına kızsam da renk vermemeye çalışıyorum bir yandan. Bir yandan boşalıp boşalmadığını anlamaya çalışıyorum, bir yandan sevişirken bu tip uzaması ve ciddileşmesi muhtemel konuları neden açtığını ve benim sevişmeyle olan bağımı koparıp durduğunu, bunun bir bencillik göstergesi olup olmadığını düşünüp duruyorum. Derken sorduğu sorulara içtenlikle yanıt vermediğimden, kafamın karışık oluşundan, ilişki içinde çok keskin gel-git’ler yaşadığımdan, içime boşalmadığından çünkü beni üzecek ve pişman edecek bir şey yapmak istemediğinden söz etmeye başlıyor. Kendisinin bu konuda net olduğunu, hiçbir şeyden kaçmadığını, evliliğe dair zihnimdeki soruların yanıtlarını onda aramamam gerektiğini, yanıtların bende olduğunu, ben karar vermeden hiçbir şey olamayacağını, benim bir an ona çok âşık olduğumu, bir başka an ise araya kilometrelerce mesafe koyduğumu, onu onun beni sevdiği kadar sevmediğimi, beni sevdiğini ve şeffaf davrandığını, oysa benim zarf atıp durduğumu, zihnimdekileri onunla açık açık konuşmam ve cesaret edip ona sormam gerektiğini anlatıyor. 

Duş almaya karar veriyoruz, bu süre boyunca ben sadece gülümsüyorum ve pek az konuşuyorum. Daha çok gerçekten ne istediğini ve hissettiğini anlamaya çalışıyorum. Bir taraftan da isabetli tespitlerinin zaman zaman bende yarattığı şaşkınlığı gizlemeye çalışıyorum. Ama hâlâ bir kızgınlık var içimde ve atamıyorum. İnceden sevişme sırasındaki mesele beni sinir etmeye devam ediyor. Bunu ancak onu kızdırırsam aşabileceğimi düşünerek onu en çok kızdıracağını bildiğim şeylerden birini yapıyor ve ona soğuk su tutuyorum. (Düşününce fark ediyorum ki gerçekten gereksiz bir konuyu gereksiz bir biçimde uzatıp duruyoruz.) 

Sevişirken yaptığı şeyi bir daha tekrarlamamasını söylüyorum ona. Sonra ikimizi de saran öfke bulutu tekrardan sevişmeye başlamamıza vesile oluyor ve lanet olası konudan banyo faslında da kurtulamıyoruz. Ama artık hiç direnmiyorum. Ne sorarsa “Evet,” deyip sevişmeden keyif almaya bakıyorum. Hatta kendi sınırlarımı da zorlayıp ona ısrarcı da davranıyorum. O sırada tek isteğim sevişmeyi kesmemesi olmakla birlikte banyoda da 3 defa ara veriyoruz. Özetle biz bu üstü kapalı evlilik konusundan bir türlü kopamıyoruz. İş nihayete eriyor ve duşa kaldığımız yerden devam ederken sevgili yeni sevgilim Alfonso bu durumu bana sevgi dolu bakışlarla ve ürkütücü bir ciddiyetle açıklamaya başlıyor: “Bu defa içine boşalmadım evet ama bir dahaki sefere bu gerçek olacak. O zamana kadar korunacağız. Tamam mı? Senin pişman olmayacağın güne kadar bekleyeceğiz. Sonra bir bebeğimiz olacak. Sen istediğin için, sen istediğin zaman olacak. Tamam mı fıstık? Ah! Tatlım gerçekten inanamıyorum sana, çok muhafazakârsın. Hiç böyle görünmüyorsun hâlbuki!”

İşte o anda fark ediyorum ki bu konuyu gündeme getirip durmasının aslında benim “evlilik” üzerine yoğunlaşan düşüncelerimle ve bu konuda kendimle bir türlü uzlaşma yolu bulamadığım iflah olmaz kafa karışıklığımla ilgili olduğunu. İşte o yanıtlamaktan sürekli kaçındığım hatta sormaktan bile imtina ettiğim o soru şimşek gibi zihnimde çakıyor: Ben gerçekten ne istiyorum?

Sahi, ben gerçekten ne istiyorum? Ben gerçekten evlenip evlenmek istemediğimi biliyor muyum? İşte sevgilimden dönerken yol boyu bu soruya yanıtlar aradım. Hatta ineceğim durağı da kaçırdım. Gereksiz yere bir sürü toplu taşımaya bindim ve yolu uzatıp durdum. Gayet karmaşık sosyal problemleri çözebilen benim gibi süpersonik bir insanın bu kadar basit bir soruda afallayıp kalmasına anlam veremeden düşünüp durdum.
Efendim bir takım yanıtlar da buldum ancak onları da sonra paylaşacağım.

 Dipnot: Amy Winehouse'nin ölümü beni gerçekten çok sarstı. Kalıplara, kurallara sığmayan, tanımlaması zor, sevmesi zor, tahammül etmesi zor, hakiki ve esaslı bir kadındı. Güle güle ilk aldatılma tecrübemi birlikte yaşadığım sınırsız kadın...





Comments

Popular Posts